Mesafelere İnat Sevda

      Yorum yok Mesafelere İnat Sevda

Başını otobüs camına dayadı, hafif sarsıntıya rağmen içini kaplayan sıcaklığı bir nebze olsun camın soğuğunda gidermeye çalıştı. Aydınlatma direkleri sıra sıra yanından geçiyordu otobüs hızlandıkça. Gündüzleri güzelim manzaranın zorunlu gölgelerini oluştururken geceleri ne de güzeldi lambalar. Uzaktan baktığınızda birileri arkasından sürüklüyormuşçasına yolların iki yanında minik ateş böcekleri gibi sarı-turuncu ışıklar…

Ortalama dört saat süren yolculuğunun yarısını geride bırakmayı başarmıştı. Bu bir başarıydı çünkü yolların sonu ona çıktığında vakit geçmek bilmiyordu. Gerçi onun yanından ayrılırken de geçmek bilmeyen zamanla boğuşurdu hep. Bir tek yan yanalarken gün boyu süren birliktelikleri göz açıp kapayıncaya kadar bitiyordu. Elleri birbiriyle kavuştuğunda bir ânı dahi zâyi etmemek adına gözlerini kırpmadan onu izlerdi. Onsuzlukta geçmek bilmeyen dakikalar, onun yanındayken vitrinde çok sevdiği oyuncağı gören bir çocuk kadar inatçı ve aceleci oluyordu.

Saatine şöyle bir baktı, ayrılıklar içerisindeki kurtarılmış bir günlük saltanatına yarım saat daha yaklaşmıştı. Güneşin başını yasladığı cam üzerinde oluşturduğu hâreleri dikkatini çekti. O anda sevdiğinin gözleri düştü gönlüne. Saatlerce seyrettiği halde bakmaktan hiç sıkılmadığı gözlere sahipti sevdiği. Bir sihirbaz çıksa karşınıza sizin bütün hayranlığınız hokus pokusun sırrını öğrenene kadardır ya hani, bu gözlerin içerisine koca bir kainatın, yıldızların bütün parıltılarının nasıl sığdırıldığından ne gözlerin sahibi ne de aşkla bakan kendi gözleri haberdardı.

Soğuk bir mevsimde soğuk bir kente gitmekteydi ama ne kadar üşüdüğünü sorsalar helhalde kardan, yağmurdan, rüzgardan bağımsız bir cevap verirdi. Dünya nasıl güneşten her uzaklaştığında şakaklarına biraz kar yağıyorsa, o da mevsimin aksine mesafelerle ölçerdi dereceleri herhalde. Çok sevdiği İstanbul’u ona kutup soğukları hissettirirken vuslata bir saatlik mesafe kala onun gönlünde çoktan muson yağmurları başlamıştı bile. Kendini içerisinde kaybettiği bu gözlere yârin ellerinin sıcaklığı eşlik ettiğinde bir kor tutuşurdu gönlünde. Çok geçmeden bir de tebessüm konuverirdi bu gül yüzlü sevgilinin çehresine, işte o an bir parmak şıklatmasıyla zamanı durdurabilmeyi o kadar isterdi ki…

İşte bir yarım saat daha eksildi mesafalerden. Otobüsün son durağı ineceği yer değildi, farklı şehirlere başka başka insanlar taşımaya devam edecekti kendisinden sonra. Onun içinse ise bütün yollar sevdaya çıkacaktı dakikalar sonra. Sevgilinin coğrafyasından uzaktayken aklına en çok birbirleriyle göz göze geldikleri ân, bir de ayrılırken bozulan havanın habercisi gözlerindeki bulutların yanaklarına çoktan yağdırmaya başladıkları damlalar gelirdi. Ne de çabuk bozardı hava, henüz elleri ellerindeki sıcaklığı yeni terk etmeye başlamışken.

Bu düşünceler sarmışken zihnini otobüs perona yaklaşmaya başlamıştı bile. Gözleri kalabalığın üzerinde şöyle bir gezindikten sonra sevdayla bakan gözler kesişti. Aşkın hükmü mesafelere bir kez daha galip gelirken hiçbir kelâma gerek kalmaksızın gülümseyişler çoktan merhaba deyiverdi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.